ÇOK GEÇ OLMADAN...

ÇOK GEÇ OLMADAN...

Zamansız yağışlar, tomurcuk veren, çiçek açan bitkiler, insan ve tüm canlıların yaşamını tehdid eden dengesiz iklim değişiklikleri ve nihayet yaşanabilir olmaktan çıkan bir yaşam ortamı. Doğal denge, ya da ekolojik denge dediğimiz ;canlılar, bitki örtüsü ve iklim arasındaki dengedir. Sac ayağı gibidir, birinde meydana gelen değişim ve bozulma , peşinden diğer iki sinin de yok olması anlamına gelir. Yani, yaşanabilirliği ortadan kaldırır. İç anadolu dediğimiz ve yaşadığımız coğrafi bölge, toprak yapısıyla, iklim özelliği ile ve canlı türüyle kendine özgü karekteristik bir ekolojik yapı ihtiva eder. İnsanoğlu, geçmiştenberi yerleşim yeri olarak tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomik yapılarına uygun olarak, tarıma elverişli topraklar ile,tarımsal üretimin ve kendi gereksinimlerinin temel unsuru olan su kaynaklarının bol olduğu yerleri yurt olarak tutmuşlardır. Elbette, ovaları tarım alanı olarak belirlerken, dağ eteklerindeki yayla otlaklarını da hayvancılık için vazgeçilmez bilmişlerdir. Yüzyıllar boyu, ekolojik dengenin korunması ve yaşamın elverişliliği adına buluşlar da yapmışlardır; derelerin özgürce akışlarını sağlamak ve su havzalarını korumak, oluşan bitki örtüsü ve canlı türlerinin yaşama ve üremelerine katkı vermek bilinen deneyimsel ve tecrübe sonuçlarıdır. Ekolojik dengenin bilim ışığında korunması; havada, suda, toprakta kirlilik ve bozulmaların önlenmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için yapılan çalışmalar bütünüdür. Toprak, su ve hava yaşamın temel kaynağı olduğu halde çarpık ve plansız kentleşme, sanayileşme adına ve kolay zengin olma kentsel dönüşüm rantiyeciliği, toprağı, havayı ve suyu yaşamı tehdit eder hale getirmiştir. Eğer doğayı bu nedenlerle tükenmez bir kaynak olarak görürseniz, ne sanayileşmeyi ne de kent yağmacılığının getirisi rantı, geçerli gerekçe olarak gösteremezsiniz ne de inşa edip yapılandırdığınız görkemli binalarla da açıklayamazsınız kaybolan doğal çevreyi. Geçmişin merkezi ve kent yöneticileri, doğal çevrenin korunma önlemleri almaksızın, kentleşme ve sanayileşmenin bir kalkınma projesi olacağı gerçeği ile yola çıkmaları en büyük yanılgıları olmuştur. Çarpık kentleşme verimli toprakların yok olmasına, sanayileşme büyüdükçe, gerekli olan bilimsel alt yapı ve koruyucu önlemler alınmaksızın hızla havanın ve suyun kirlenmesine neden olmuştur. Artan nüfusla birlikte ortaya çıkan su ihtiyacı, hoyratça kullanımı da eklerseniz yaşanmaz bir ortamın doğmasına yol açmıştır.Yaşam kaynaklarının yok olduğu bir yerde , yaşam alanları yok olur, yaşam alanlarının yok olması ise yaşanabilirliğini kaybeder, toplu ölümler, açlıklar, hastalıklar ve yeni yaşam alanı bulma adına göçler kaçınılmaz olur. Yaşamın bu üç temel kaynağı yapısında oluşan kirlilik ve bozulma canlıların yaşamını tehdit ederek ölümlerin çokluğunu da beraberinde getirmiştir. Doğadan alırsanız, verirsiniz de. Şimdi insanlara, ülkeyi ve kentleri yönetenlere düşen görev; Yenilenemeyen kaynakları, nüfusu ve bununla beraber çılgınca bir artış çeşitliliği gösteren, gittkçe artan sanayileşmenin getirdiği olumsuzluklara ve sorumsuzca yok edilen verimli toprakları ve suları koruma çareleri yaratmak ve uygulamaktır. Aksi halde, doğa ölüyor, ölürken bağrında barındırdığı tüm canlıları da öldürüyor. Henüz vakit var.

Bu Haber Hakkında Ne Söylemek İstersiniz?

UYARI: T.C. kanunlarına uymayan, konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren, inançlara saldıran, şiddete teşvik eden ve tamamı büyük harfle yazılan yorumlar onaylanmamaktadır.

Güvenlik Kodunuz 53712

Kullanıcı Adı

E-Postanız

Bu Yazıya 0 Yorum Yapılmış

Yorum Yok

Tüm yorumları okumak için tıklayın