​Dedeköylü emekli öğretmen Mustafa İnci’nin 8 bölümlük yazısı

Mustafa İNCİ Yazdı: Söz Uçar Yazı Kalır


​Dedeköylü emekli öğretmen Mustafa İnci’nin 8 bölümlük yazısı

Keklik Avı (Öykü)

1. Bölüm

Benim köyüm, Toros Dağlarının eteklerinde kurulmuş, küçük, şirin bir yerdir. Dede Köyü derler adına. Köyümüz yeşillik ve sulak bir alandadır. Hele bir pınarımız var ki, manzarasına doyum olmaz. Suyu bol ve berrak, içimi çok güzel. Pınarın suyu yaz boyunca buz gibidir. Kışın ise ılık olur. Köyümüzün büyükleri pınarın etrafını taşla örüp bir havuz görünümü vermişler. Pınarın hemen yanında kocaman bir ceviz ağacı var Akan suyun çevresi, söğüt ve kavak ağaçlarıyla örülü. Bir de çimlerin ortasında Büyükçe bir karadut ağacı var. Pınarın suyu şırıl şırıl akar gider. Bağ ve bahçelerimizi bununla sularız. Hatta haftada bir tam gün, komşu köy olan Gaybiye su veririz.

Yaz gelince biz çocuklar toplaşıp pınar başına giderdik. O koca ceviz ağacını taşlar yere düşen cevizleri toplar, hep birlikte su kıyısında yerdik. Yaş cevizleri bıçakla oyardık. Sonra karadut ağacına dut yemeye gider, kopardığımız dutları ağzımıza doldururduk. Ellerimiz, yüzümüz kıpkırmızı dut lekeleriyle dolardı. Birbirimize bakışarak gülüşürdük. Yanaklarımızdaki kırmızı dut lekeleri, bizi çok komik gösterirdi. Ama biz bu lekelerden korkmazdık. Çünkü bu karadut lekelerini çıkarma yolunu hepimiz bilirdik.

2. Bölüm

Elimiz ve yüzümüzdeki karadut lekelerini temizlemek bizim için çok kolaydı. Dut yapraklarından birkaç tane koparıp bu yaprakları önce taşla döver, dövülen bu yaprakları avucumuza alıp sabunla yıkar gibi elimizi, yüzümüzü iyice ovarak yıkardık. Lekelerden iz kalmazdı. Zaten karadut lekesini başka türlü çıkarmak mümkün değildi.

Öğle vakti sıcak iyice bastırınca hep birlikte pınarda çimerdik. Suyun içinde birbirimizle, avucumuzla su atarak şakalaşır eğlenirdik. Sudan çıkınca güneşte kurulanır, üstümüzü giyindikten sonra okul bahçesine top oynamaya giderdik.

Köyümüzün okulu iki derslikliydi. Birinci, ikinci, üçüncü sınıflar bir arada, dört ve beşinci sınıflar da diğer derslikte eğitim öğretim görürdü. Okulun öğretmen evi, uygulama bahçesi ve geniş bir de oyun alanı vardı. Öğretmenimiz uygulama bahçesinde beyaz kiraz yetiştirirdi. Bahçede birer tane de elma, kayısı ve şeftali ağacı vardı. Etrafı tel örgüyle çevrili idi. Hepimizin bahçesinde bol miktarda meyve ağacımız olduğu için okul bahçesindekilere kimse dokunmazdı. Okul bahçesinde bir de çeşme vardı. Çeşmenin suyu sürekli havuza akardı. Havuzun suyuyla okul bahçesindeki meyve ağaçları sulanırdı. Suyun fazlası, okulun ihate duvarı kıyısındaki küçük arktan giderek dereye ulaşırdı. Okul bahçesi her yönüyle bakımlı ve temizdi.

3. Bölüm

Köyde herkesin bir meyve bahçesi ve üzüm bağı vardı. Üzüm çokça yetiştirilirdi. Bol bol pekmez yapardık. Kışın bile herkesin evinde taze üzüm bulunurdu. Bağlar bozulduktan sonra üzümlerin bir kısmını hevenk dediğimiz iplere ve kamışlara bağlar, tavana asar, sallandırırdık. Bu üzümler kış boyunca taze dururdu. Ayrıca bizim yöreye has bandırma yapılırdı. Kadınlarımız ceviz içlerini ipe dizer, bunları koyu pekmez kazanlarına bandırarak kilerlere asarlardı. Kışın bol bol bunları tüketirdik.

Hayvanlarımız için yonca ekili alanlarımız vardı. Ama sebze üretimi yapılmazdı nedense. Yoğunluk meyvecilik, üzüm üretimi ve yonca ekimi üzerineydi. Yoncaları yılda en az üç kez tırpanla biçer, merkeplerle evlerimize taşırdık. Yazın kuruttuğumuz bu yoncaları, kışın hayvanlarımıza yem olarak verirdik. Hayvancılık ise koyun ve sığırdı. Herkesin evinde bir iki ineği, bir merkebi, sekiz on kadar koyunu vardı.

Köyün biraz uzağında, tepelerde küçük su kaynakları vardı. Biz çocuk olduğumuz için kendi başımıza buralara gidemezdik. Korkardık. Ancak büyüklerimizden oduna ya da avlanmaya gidenlerden çocuklarını da yanlarında götürenler olurdu. Ben hiç gitmemiştim. Ama gitmeyi, görmeyi çok istiyordum. Buralarda çok keklik olduğunu söylerler, keklik avından söz ederlerdi.

4. Bölüm

Henüz dokuz yaşlarında falandım. Adını çok duymuş ama hiç keklik görmemiştim. Çok güzel öttüğünü söylerlerdi. Babam üveydi. Bir gün keklik avına gideceğini söyleyip azık hazırlamasını söyledi anneme. Üvey olmasına karşın ona hep baba derdim. Beni de keklik avına götürmesi için anneme yalvardım. Annem de konuşup ikna etti.

Nihayet beklenen gün gelip çattı. Azıklarımızı annem heybeye koydu. Babam çiftesini omzuna, fişekliğini de beline taktı. Sabah erkenden yola çıktık. Evden ayrılıp tepeye doğru tırmanmaya başladık. Yol, patika yoldu. Epeyce yürüdük. Bir alıç ağacı vardı. Oraya varınca alıcın altına oturduk. Yanında da bir çeşme vardı. Çoban Çeşmesi derlermiş. Elimizi yüzümüzü yıkadık. Suyu da buz gibiydi. Ben avuçlarımla buz gibi sudan içtim.

Üvey babam bana;

  • Burada kekik ve dağ çayı çok olur. Biraz toplayalım, dedi.

Bana dağ çayını ve kekiği gösterdi. Nasıl toplanacağını da anlattı. Ben Çoban Çeşmesinden biraz ayrılıp kekik ve dağ çayı aramaya başladım. Elimde iki tane torba vardı. Birine kekik, diğerine de topladığım çayları koyacaktım. Tek tük bulmaya başladım. Bu arada farkında olmadan gittikçe uzaklaşıyordum.

5. Bölüm

Tırmana tırmana küçük bir tepenin doruğuna ulaştım. Hiç yorgunluk hissetmiyordum. Burası dağ çayı ve kekik doluydu. Acele ile toplamaya başladım. Kısa sürede iki torbamı da doldurdum. Sevinerek Çoban Çeşmesine doğru inmeye başladım.

Dikkatli ve çok yavaş iniyordum. Çünkü bulunduğum yer hayli yüksek, yan tarafı da uçurumdu. Bir süre sonra Çoban Çeşmesine ulaştım. Çok sevinçliydim. Çünkü torbaların ikisini de doldurmuştum. Üvey babam da bana karşı yamaçtan heybesiyle geliyordu. Bana seslenerek;

  • Ne yaptın? Buldun mu bir şeyler? dedi.

Ben de sevinçle, ağzına kadar dolu torbaları gösterdim. Torbaların ağzını açıp her ikisine de baktı ve şöyle dedi;

  • Aferin evlat, sen benden de çok toplamışsın.

Sevincimi belli etmedim. Öğle olmuş, acıkmıştık. Alıç ağacının altına, gölgeye oturduk. Babalığım heybeyi yere koydu. Annemin hazırladığı ekmek çıkınını çıkardı. Bana su testisini vererek çeşmeden doldurmamı istedi. Denileni çabucak yerine getirdim. Çünkü çok acıkmıştım. Hemen döndüm, oturdum. Ekmek çıkınını açtık. Katık boldu. Haşlanmış patatesler, yumurtalar ve yeşil soğanlar vardı. Ayrı ayrı iki küçük kağıda tuz ve kırmızı biber de koymuştu anacığım.

6. Bölüm

Yufkalarımızın içine soyduğumuz yumurta ve patatesleri koyduk. Arasına yeşil soğanı da koyup tuzunu biberini atıp dürüm yapıp iştahla yedik. Testiden suyumuzu da içtik. Babalığım biraz uzandı. Ben de etrafı inceliyordum. Çeşmenin etrafına hiç dikkat etmemiştim. Çeşmenin önü oldukça geniş bir su birikintisi ile kaplıydı. Su birikintisi pırıl pırıldı, berraktı. Bu su birikintisinden koyunlar keklikler su içerlermiş. Çeşmenin otuz metre kadar ilerisinde taşlardan örülmüş, silindir şeklinde bir yapı dikkatimi çekti. Bunun ne olduğunu sordum. O yapının avcılar tarafından söyledi babam. Keklikler buraya su içmeye gelirler, avcılar da o taş örgünün içinde siper alıp keklik vururlarmış. Biraz şaşırdım. İçimi korku ile karışık duygular sarmıştı. Ama hiç belli etmedim. Üvey babamın bana kızmasından korktum. Hiç sesimi çıkarmadım.

Toparlanıp siperliğe gitmeye hazırlandık. Babalığım tüfeğini hazırlarken ben de ekmek çıkınını, torbaları heybenin içine koydum. Heybeyi alıç ağacının dalına astım. Birlikte taş örgüye, yani siperliğe avlanmaya gidiyorduk. Büyük bir korku ve heyecanla yürüyordum. O andaki duygu ve düşüncelerimi anlatamam.

7. Bölüm

Taş örgünün içi, iki kişinin rahatça sığabileceği genişlikteydi. Siperliğe ikimiz de girdik. Bana hiç konuşmamamı ve sessiz olmamı tembihledi. Tüfeğini siğerliğe yerleştirdi. Zaten taş örgülerin arasında boşluklar bırakılmış, dışarısı çok rahat görünüyordu. Beklemeye başladık. Bu bekleyiş ne kadar sürdü bilmiyorum. Üvey babam;

  • Bak geliyor keklik, aman sus.

Dikkatle bakıyordum. Kekliği hiç görmediğimi söylemiştim, Tavuk kadar büyük, kınalı güzel bir kuş gördüm. Meğer keklikmiş o. Etrafında on kadar da yavrusu vardı. Sonradan öğrendim ki onlara da palaz denirmiş. Bu güzel kuş, yavrularıyla beraber Çoban Çeşmesine su içmeye geliyorlardı ve babalığım da o kekliği vuracaktı. Yavruları da öksüz kalacaktı. Tıpkı benim gibi.

İçimden isyan etmek, haykırmak, bağırmak geliyordu. Onları kaçırmak, kurtarmak duyguları sardı tüm bedenimi. Ama babalığımın korkusundan hiç birşey yapamıyordum. Sanki dilim tutulmuş, elim kolum bağlanmıştı.

Keklik, yavrularıyla beraber su birikintisine geldi. Yavrularıyla birlikte su içiyorlardı. Babalığım kekliğe nişan alıyordu

8. Bölüm

İyice korkmuştum. Gözlerimi kapadım. Beklemeye başladım. İçimden dua ediyordum keklik ve yavrularının kurtulması için. Gümm diye silah sesiyle irkildim. Etrafı barut kokusu sarmıştı. Gözlerimi açtım. Üvey babam sevinçten uçuyordu.

  • Vurdum! Vurdum kekliği! Hem de kocaman! Yarın annen bunu pişirir, yanına bir de bulgur pilavı yapar, yeriz, dedi.

Gördüğüm manzara çok korkunçtu. Ana keklik vurulmuş, yavruları da korkudan sağa sola kaçıyorlardı. Korkudan ve üzüntüden ağlıyordum. Taş örgüden çıktık. Ben isteksizce gidiyordum. Kekliği beline sallandırdı. Heybeyi de omzuna alıp evin yolunu tuttuk.

Gördüğüm ve yaşadığım bu korkunç olayı anneme anlatmadım.

Ertesi akşam keklik pişirilmiş, pilavla beraber sofraya kondu. Ama ben hiç yemedim. Hemen yatağıma girip yorganı üstüme çektim.

O gün bugündür balık haricinde hiç av eti yemedim, yemem de.

Bu av değil, bir katliamdı bence.